Prof.Dr.Osman Aydınlı
     
 

Ana Sayfa ●●● Özgeçmiş ●●● Yayın Listesi ●●● Kitaplar ●●● Makaleler ●●● İletişim ●●● Ziyaretçi Defteri

 
     

     
 

● Üyelik


K.Adı:

Şifre:

Beni Hatırla


Şifremi Unuttum

Üye Olmak İstiyorum


 
     
     
 

● En Çok Okunan Makaleler


Mu’tezile Ekolü: Teşekkülü, İlkeleri ve İslam Düşüncesi’ne Katkıları
Mutezile'nin İmamet Nazariyesi Teori Pratik
Mu'tezilî Anlayışta Zühd ve Takva Boyutu
Mutezilî Siyaset Düşüncesinde Değişim Süreci
İlk Mu’tezile’nin Özgür İrade Söylemi –Amr b. Ubeyd ve Kader Anlayışı-

 
     
     
 

● Kitap Tanıtımı


Kitle ve İktidar
Elias Canetti (çev. Gülşat Aygen)

Bu kitap sosyoloji antropoloji, psikoloji gibi disiplinleri içeren; onların sınırlarıyla da yetinmeyen benzersiz bir çalışma olarak göze çarpıyor. Yazar bu kitabında kitle ve iktidarın birbirlerini nasıl etkileyip çoğalttığını; insanlar arasında emir ve itaat ilişkisinin nasıl biçimlenerek saldırganlık mekanizmalarına dönüştüğünü anlatıyor. En tehlikeli şey olan emir vermenin emredilende özgür bir kişilik edinmesini önleyen bir sızı bıraktığını, bu sızının sürekli emredilenlerde katmerleşerek itaati içselleştirdiğini gösteriyor. Cannetti 1930’larda kitle eylemlerinin her tür politik mücadelenin en önemli silâhı olduğunu fark ederek kitle ve iktidar ilişkisi üzerine çalışması ilerledikçe ilişkinin tarih üstü boyutlarını keşfeder ve insanın özüne yönelir. Yaşadığı yıllar, özellikle ikinci dünya savaşının tarihteki en büyük kitle hareketlerinin ve kitlesel yıkımların görüldüğü yıllar olması; bir iktidar simgesi olarak Hitler’in vahşeti doğru iz üzerinde olduğunu gösterir: Kitle yıkıcı ,iktidar öldürücüdür. İnsan iktidar isteği ile Tanrının kıyamet ve dehşet tehdidini çalmıştır. Ölüme karşı direnmenin yolu ise emre karşı koymak ve yaratmaktır. Düşünmek ısrar etmektir.
Yazar eserinde, insanı, bilinmeyenin dokunuşundan daha çok korkutan hiçbir şey olmadığını ifade etmektedir. İnsan kendisine değen şeyi görmek ve tanımak, en azından sınıflandırmak ister. Yabancı herhangi bir şeyle fiziksel temastan her zaman kaçınılma eğilimindedir. Üzerine giydikleri bile yeterli bir güvenlik duygusu vermez; giysileri yırtmak ve kurbanın çıplak, yumuşak, savunmasız etini delmek kolaydır. İnsanların etraflarında yarattıkları bütün mesafelerin nedeni bu korkudur. Dokunulma karşısında duyduğumuz tiksinti insanların arasına karıştığımızda da bizimle birliktedir; kalabalık sokaklarda, lokantalarda, trenlerde ya da otobüslerde hareketlerimiz bu duygu tarafından yönlendirilir. İnsanların yanı başlarında oturup onları yakından gözlemleyebilir ve inceleyebiliriz. Bu durumda bile elimizden geldiği kadar gerçek bir temastan kaçınırız. Eğer kaçınmıyorsak bu, birisinden hoşlandığımız içindir; o zaman da yaklaşan biz oluruz. İnsan, bu dokunulma korkusundan yalnızca kitle içinde kurtulabilir. İnsanlar birbirlerine ne kadar kuvvetli yaslanırlarsa, birbirlerinden korkmadıklarına o kadar emin olurlar. Dokunulma korkusunun bu karşıtına dönüşü kitlelerin doğasında vardır. Rahatlama hissi, kitle yoğunluğunun bu karşıtına dönüşü kitlelerin doğasında vardır. Rahatlama hissi, kitle yoğunluğunun en çok olduğu yerde en çarpıcıdır.
Yazar kitle içinde meydana gelen en önemli olayın deşarj olduğuna vurgu yapmakta. Deşarj anı, kitleye dahil olan herkesin farklılıklarından kurtulduğu ve kendilerini diğerleriyle eşit hissettiği andır. Ancak yaşamın her alanında, sıkı sıkıya kurulmuş hiyerarşiler insanın bir üstüne dokunmasını veya bir astının seviyesine inmesini engeller. Farklı toplumlarda mesafeler farklı biçimde dengelenmiştir; mesafeleri yaratan, kimi toplumlarda doğumla edinilen payeler, kimilerinde meslek ya da mülkiyettir. Söz konusu hiyerarşiler yerde insanların zihinlerinde yerleştiğini ve birbirlerine yönelik olarak diğerlerinden üstün olmanın getirdiği tatmin duygusu, yitirilen hareket davranışlarını belirlediğini bilmek gerekir. Ancak mevki özgürlüğünü telafi etmez. İnsan yarattığı mesafelerle taşlaşış ve çoraklaşır. Bunları kendisinin oluşturduğunu unutur ve kurtulmayı özler. Ama bundan tek başına, nasıl kurtulabilir? Ne yaparsa yapsın ve ne kadar kararlı olursa olsun kendisini her zaman, çabalarını her boşa çıkarmaya çalışanların arasında bulacaktır. Onlar kendi mesafelerini sıkı sıkıya korudukları sürece, onlara asla yaklaşamaz. İnsanlar mesafe yüklerinden ancak hep birlikte kurtulabilirler; kitle içinde olan işte budur. İşte, insanlar hiç kimsenin diğerlerinden daha üstün ya da daha iyi olmadığı bu mutlu an uğruna kitle olurlar.
‘Sevgili Dostum, hep kurtlar koyunları yemiştir; bu kez koyunlar mı kurtları yiyecek?’ Madam Jullien’in Fransız Devrimi sırasında oğluna yazdığı bir mektuptan alınan bu cümle, yalın bir anlatımla karşıtına dönmenin özünü içermektedir. Her emir, onu yerine getirmek zorunda olan insanda acı veren bir sızı bırakır. Burada söylenmek istenen, bu sızıların ortadan kaldırılmasının olanaksız olduğudur. Kendilerine sürekli emir verilenler bu sızılarla ve bu sızılardan kurtulmak için çok güçlü istekle doludurlar. Kendilerine acı veren bu sızılardan iki farklı biçimde kurtarabilirler. Yukarıdan aldıkları emirleri başkalarına aktarırlar: Ama bunu yapabilmeleri için, altlarında onların emirlerini almaya hazır başkalarının bulunması gerekir. Ya da üstlerinde bulunanlardan, bunca zaman onların kendilerine çektirdiklerini ve esirgediklerinin hesabını sorabilirler. Tek bir kişinin, zayıflığı ve çaresizliği nedeniyle, böyle bir fırsat ele geçirecek kadar şanslı olması ender bir durumdur; ama çok sayıda insan bir kitle içersinde bir araya gelebilirlerse, tek başınayken yapamadığını elbirliğiyle başarabilirler; o ana kadar onlara emir vermiş olanlara hep birlikte karşı çıkabilirler. Bir devrim durumu böyle bir karşıtına dönme durumu olarak tanımlanabilir; deşarjı, emrin neden olduğu sızılardan kollektif kurtulma eyleminden oluşan kitle karşıtına dönme kitlesi olarak adlandırılmalıdır.
Yazar İslamı bir savaş dini olarak tanımlar. Mensuplarının dört farklı biçimde toplandığını ifade eder. Gün içinde birkaç kez namaz kılmak için, inanmayanlara karşı girişilecek Kutsal Savaş (cihat) için, Haç zamanında Mekke’ye gitmek için ve Kıyamet Günü toplanmak için..
Yazara göre İslam’da kitlenin iki parçalılığı kayıtsız şartsız mevcuttur. İnananlarla inançsızlar ebediyen ayrıdırlar ve birbirleriyle savaşmaları mukadderdir. Din savaşı kutsal bir görevdir ve böylelikle, daha az kapsayıcı bir biçimde olsa da, Kıyamet Gününün çifte kitlesi dünyevi her savaşta önceden canlandırılır. Haccın en önemli anı Arafat düzlüklerinde toplanıldığında yaşanır. Orada 700.000 kişinin bir araya geldiği kabul edilir. Eğer sayı bundan azsa, insanların arasında görünmeden duran melekler bu eksikliği telafi eder. Ancak barış günleri sona erince, yine Kutsal Savaş ortaya çıkar. Peygambere Tanrı tarafından vahye dilmiş kitap olan Kuran, bu konuda kuşkuya hiçbir yer bırakmaz.
Yazar önyargılı bir şekilde İslamın, açık bir biçimde savaş dinine özgü bütün özellikleri sergilediğini ifade eder. Bu görüşünü nazil olma sebebini araştırmaksızın bazı ayetlerle desteklemeye çalışır.
Yazar ayrıca güç ve iktidar kavramlarını da ele alır. Bu konuda şunları söyler: Güç ve iktidar arasındaki ayrım oldukça farklı başka bir alana, bir dine çeşitli düzeylerde tabi olmakla görülebilir. Tanrıya inanan herkes sürekli O’nun iktidarı altında olduğuna inanır ve bu iktidarla kendi tarzına ulaşmıştır. Ancak bunu yeterli bulmayan insanlar vardır. Bu insanlar Tanrı’nın kesin bir müdahalesini; tanrısal gücün tanrısallığını fark edip hissedecekleri doğrudan bir edimini beklerler. Tanrının vereceği emirlerin beklentisi içinde yaşarlar; onlara göre tanrı, yöneticinin özelliklerinin daha açık bir özelliğine sahiptir. Her özel vakada onun etkin iradesi ve bu insanların etkin ve bariz tabiyeti dinin özü haline gelir. Bu dinler kadercilik öğretisine yatkındır; bu dine inananlar başlarına gelen herşeyin Tanrının iradesinin doğrudan bir ifadesi olduğunu her zaman hissedebilirler. Böylece bütün hayatları boyunca boyun eğmek için yeni vesileler bulurlar. Sanki, az sonra ezilmek üzere çoktan tanrının ağzına girmiş gibidirler. Ama bütün hayatlarını bu berbat yerde, korktukları için tereddüt etmeksizin ve hala doğru planı, yapmaya çabalayarak yaşamak zorundadırlar.

Hazırlayan: Abdullah Duman


 
     
     
 
OsmanAydinli.com (c) 2008 AYDINLIWEB